SON SELAM “10 Kasım’a Dair Bir Hatırlayış.”

SON SELAM “10 Kasım’a Dair Bir Hatırlayış.”

SON SELAM

“10 Kasım’a Dair Bir Hatırlayış.”

Sabahın erken saatleri… Boğaz’ın üzerinde gri bir sis tabakası var. Dolmabahçe’nin mermer merdivenleri denizin tuzlu suyu ile birleşiyor. Denizin sessizliği bile tarihin nabzını tutar gibi. Kuşlar bile saygı duruşunda, kanatlarını yavaş yavaş çırpıyor.

Sarayın ağır kapısından içeri girip, taş duvarların arasından tarihi soluyorum. Kristal avizelerin ışığı bile bana artık loş gözüküyor. Geçmişin derinliklerindeki sesler kulağımda çınlıyor sanki. Kırmızı halının üzerinde ilerlerken, bu koridorlarda yapılan planlar ve ülkenin yeniden doğuşu canlanıyor gözlerimde.

Merdivenleri tırmanıp yukarıya doğru çıktıkça içimdeki sessiz çığlık arşa çıkıyor. Her bir basamakta bir ağırlık çöküyor üstüme. Sanki geçmişin yükünü ben omuzluyorum bu merdivenlerde…

Atatürk’ün odasına vardığımda, boğaza bakan penceresinden 29 Ekim 1938 sabahına ışınlanıyorum. Cumhuriyet’in coşkusu dışarıda yankılanırken, Atam 57 yılın ona yaşattığı büyük sorumluluk duygusu ile perdeyi aralıyor ve selam veriyor. Denizciler ellerindeki şapkalarını kalplerine götürüyor ve Atatürk’ün Son selamını bir emir değil kurucumuza duydukları minnettarlığın sessizliği ile alıyorlar.

Gemi uzaklaşsa da o selam denizin üzerinde hala yankılanıyor gibi…

O selam bana, Schopenhauer’in son kitabında yazdığı sözleri hatırlattı;

“Yolun sonunda yorgun bir şekilde dikiliyorum

Bitkin alnım defne tacını zor taşıyor

Ama yaptıklarımı memnuniyetle görüyorum

Başkalarının söylediklerinden yılmadan”

Günler geçiyor ve takvim yaprakları bir veda mektubuna dönüşüyor. Kasım ayının ağırlığı Dolmabahçe’nin avlusunda hala hissediliyor. İçimizde bitmek bilmeyen bir hüzün bizi her 10 Kasım da içine hapsediyor.

Saat 09:05 gösterdiğinde kalp duruyor. Ama dışarıda binlerce, milyonlarca kalp onun için hızla çarparak atmaya devam ediyor.

Bir zamanlar pencereden beliren o elin veda için kalktığını kabullenemeyen halkın kalp sesi bu.

Atamızın da dediği gibi;

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

Her 10 Kasım sabahı siren sesleri ile yeniden doğuyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki, o gün bir veda değil; Bir milletin kalbinde ebediyen sürecek bir başlangıçtır.