KIZILAY TABELASINDA YAZILI AİDİYET “Ben Buradayım.”
KIZILAY TABELASINDA YAZILI AİDİYET
“Ben Buradayım.”
Türk milletinin aidiyeti, bazen tarih kitaplarında yazan bir zaferde, bazen bayrağın dalgalanışında, bazen de şehrin en işlek meydanında yıllardır sessizce duran tabelasında saklıdır.
1389 yılında 1. Kosova Muharebesi’nden beri şehitlerimizin kanı üzerine yansıyan ay ve yıldız bağımsızlık mücadelesinin sembolü oldu.
1844 yılında Tanzimat döneminde resmileşen Türk Bayrağı 1936 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin Ulusal bayrağı olarak kanunlaştı.
Sadece bir sembol değildir; her dalgalandığında, bu toprakların özgürlüğü için verilen mücadelenin hatıralarını taşır.
Tarihimizin birçok anında, bir şehri yeniden ele geçirdiğinizde ilk işaret bayrağın en yüksek tepeye çekilmesidir. İstanbul’un fethinde surlara bayrağı diken Ulubatlı Hasan’dı.
9 Eylül 1922 de Yüzbaşı Şerafettin Bey’in, hükümet konağına bayrağımızı dikerek, burası bizim mesajını verdi. Bursa’da Şükrü Naili Gökberk Paşa bayrağımızı göndere çekti. Mersin’de 47. Alay’ın askerleri, Tarsus’ta Kırmızı-Beyaz Müfrezesi, Adana’da Tufan Bey’in birlikleri dalgalandırdı bayrağımızı…
Hepsi aynı duygunun, aynı kökün, aynı “Biz buradayız” çağrısının yansımasıdır.
Günümüzde gurbetçilerimizin ilk fırsatta memleketlerine koşmalarının nedeni de budur. Vatanına ayağını basar basmaz her adımda o tanıdıklık içini sarar.
Kokular, sesler, sokaklar, çocukluğun izi…
Aidiyet bazen memleketin fırınından gelen sıcak ekmek kokusudur, bazen sahildeki palmiyeler, bazende yıllar önce yürüdüğün bir sokağın taşlarıdır.
Bir vatana ait olmak sadece geçmişin yükünü değil, geleceğin sorumluluğunu da taşımaktadır. Korumak, yaşatmak, değer katmak…
DNA’mızı bir arada tutan bağlar gibi, görünmez köklerle birbirimize bağlıyız. O kökler bizi toprağımıza, toprağımızda birbirimize bağlar bizi.
Ve bazen bu bağ, en beklenmedik yerde karşımıza çıkar: Bir sokak tabelasında.
Kızılay tabelasına tırmanan gençleri düşünün. O tabelaya yapıştırdıkları her küçük simge, her iz, “biz buradayız” diyen bir işarettir. Belki de kendilerini ifade etmenin yolunu böyle buldular. Şehrin tam kalbinde bir iz bırakmak, “bu meydan bizim sesimiz” demek istiyorlar.
Gençler, aidiyeti bir melodi gibi taşıyor üzerinde. O melodiyi Kızılay’ın tabelasına kondurdukları küçük bir işaret ile somutlaştırıyorlar. Bu izler görüldükçe hem kendilerini hem de ait oldukları yeri biraz daha derinden hissediyorlar.
Belki de aidiyet zaman tünelinde bu şekli almıştır.
Bir iz bırakmak, bir yere tutunmak ve usulca “Ben buradayım” demektir.