Zihin İşgali ve İdrak Restorasyonu…

Zihin İşgali ve İdrak Restorasyonu…

Bundan 40-45 yıl öncesinden bahsediyorum. Çocuktuk…

Farklı davranmaya farklı bir şey yapmaya kalktık mı büyüklerimizden, "durduk yerde icat çıkarma" azarını işitirdik.

Böyle denile denile o günlerde keşfettiğimiz zeka hazinelerin üstünü örttüğümüz gibi böylelikle gün yüzüne çıkardıklarımızı acımadan toprağa gömdük.

Buradan şuraya geleceğim.

Her ailede özellikle ataerkil ailelerde mizaç olarak biraz meraklı oldukça da yaramazsanız bazen aile büyüklerinizce sıkıştırmalara, kulak çekmelerine hatta sol kulağınızın altına bir tokat yemeğe varabilen davranışlara maruz kalmışsınızdır.

Sadece küçüklerimiz mi?

Ülke olarak da sıra dışı davranıp tuhaf şeyler yapmaya kalkanlara yeni yeni icat çıkartan akıl küplerimizi, farkına varamadığımız kaşiflerimize uçuk dedik alay ettik, bazen bu yapılmaya çalışılanları küçümsedik bir değer yüklemedik.

Bunun sebepleri elbette tartışılır.

Ancak bana göre buradaki en önemli şey millet olarak yaşadığımız ufuk körlüğünün bizi mahkûm ettiği ‘’ idrak sorunu ve kavrayış gecikmesiydi.’’

Bu anlayışa paralel belki ekonomik sebeplerden olsa gerek, gerekse toplum olarak inovasyon dediğimiz yenilenme veya değişime açık olmama genetiği gibi birçok nedenlere paralel olarak ekonomik koşullarında derinleştirdiği akıl terbiyesine muhtaç yönümüzle ‘’ durduk yere icat çıkarma’’ denilen bu parolayı icat ettik.

Bunu Osmanlı’da II. Mahmut ile başlayan modernleşme sürecinden, Osmanlı’nın gerileme ve yıkılışına refakat eden ve bugün de bir çoğumuzun hala kullana geldiği, ‘’ paran varsa her şey senin, icat çıkartma ‘’ olgu güdüsü üzerinden beynimize yerleştirilen algının, bugün de kısmen de olsa devam eden artçı etkilerinde aramak gerekiyor.

Dolayısıyla bu klişe sloganı bugün önemli ölçüde terk etmiş tersi istikamette önemli ölçüde yol almış olsak da idrak yoksunluğumuza bağlı çok geç kalmış olan gelişim ve dönüşüm eksiğimize hep kendimize "kültürel mazeret" yapmışız.

Oysa geriye dönüp baktığımızda bu sert ve çetin coğrafyada başımız her sıkıştığında, her "ihtiyaç anında" yeni icatlar çıkarmış çoktan seçmeli çıkan karmaşık sorunlara çözümler üreterek var ola gelmişiz.
Aslında coğrafi konumumuz birçok tehlikeyi barındırırken beraberinde birçok fırsatı da barındıra gelmiş.

Enerji kaynaklarımız çok da yeterli değil. Bizi uçuracak enerji rezervimize yeni yeni kavuşuyoruz. Ancak bunların varlığı bir ülkenin güçlü olabilmesi, kendini aşabilmesi için tek olmazsa olmaz koşul değil.

Daha düne kadar ‘’ idrak sorunumuz’’ yani geleceği kavrayabilme, çocukken hep kafamıza sokulan durduk yere icat çıkarma anlayışını ‘’ters yüz etme’’ davranışına ihtiyaç sorunumuz vardı.

Mesela, Arap ülkelerinde petrol olmasına rağmen, üretip kendini dönüştüremeyen idrak sorunu varlığı hep anlatılagelirdi. Zira bu ülkelerin dünyaya bilgi ve teknoloji pazarlayabilme bu alanlarda artı değer üretebilme kapasiteleri neredeyse yoktu.

Demek ki bir topluma lazım olan sadece kaynak değil asıl olan idrak edebilme davranışını geliştirebilme realitesidir.

Örneğin, millet olarak eskiden yatıp kalkıp dünyanın sadece batıdan ibaret olduğunu varsayardık. Kültürel asimilasyonun dayatılmasıyla batı değerlerini yere göğe sığdıramazken bunun dışındaki değer ve gerçekleri ‘’kültürel yabancılaşma’’ algısıyla kendimizin de içinde olduğu doğunun bu değer ve gerçeklerini küçümsedik ayaklarımız altına alıp üzerinde tepindik durduk. Bunun adı sosyoloji disiplininde ‘’Alinasyon’’ yani ‘’kendine yabancılaşmaydı.’’

Bunun adı millet olarak toplum mühendisliği ile fikirsizliğimiz üzerine inşa edilen bir nevi ‘’zihin işgaliydi’’ Şimdi anlıyoruz ki Batı’nın o sözde değer olağanüstülüğünü dayatan içimizdeki zihin köleleri, zihinsel Holokost’a kapı aralayan içimizdeki ‘’ Truva atlarıydı.’’

Oysa biz aslında bir asır önce genetiğimizde olan özgüvenle 7 cephede 7 düvele bu toprakları dar ettik. İstiklal mücadelemizde dönemin güçlü devletlerini dönemin ‘’düveli muazzama’’ güçlerini istiklal mücadelesi nasıl yapılırı gösterdik.

2000’li yılların sonuna gelindiğinde 2008 küresel krizinin Avrupa başta neredeyse tüm dünyayı etkilediğinde ihracatçılarımız ve ticaret erbaplarımız dünyanın sadece Batı'dan ibaret olmadığını keşfetti.

Yetmedi, nitelikli ürün üretemeyince bunun bir katma değeri olmadığını aslında niteliksiz ihracata hamallık yaptığını fark etti.

Ve böylece ‘’ inovasyon’’ denilen geç yakaladığımız kavramı keşfettik.
Aslında olagelen sorunların büyük bir kısmı belki toplumsal genetiğimizden gelen küçüklük kuruntusu kendimiz dışındakileri hak etmedikleri halde büyütme hastalığıydı.

Belki de sebep genetiğimizin getirdiği sabır yerine ‘’ aceleciliği’’, merak yerine ‘’ biatı’’, özgünlük yerine ‘’ takliti’’ tercih ediyor olmamızdan belki de bir kısmını da yenileşmeye yani ‘’ inovasyona’’ ya da ’ dönüşüm ve kabuk değişim’’ sürecine henüz tam olarak açık olmayışımızda aramak gerekiyordu.

Bugün son çeyrek asırda yakaladığımız öz güvenle neredeyse bir asırdır aşamadığımız sosyoloji disiplini literatüründeki tabiriyle ‘’ düşük beceri tuzağını’’ aşarak bu makus talihi kırarak kendi geleceğimizi inşa ediyoruz.

Artık Türk insanı ne doğu toplumlarına bakış açıları teşhir olan bu coğrafyadaki kan, gözyaşı ve ölümleri istatistikten ibaret sayan batıya biat ediyor ne de uzay yolculuğunun teknolojik rekabetteki büyük dönüşümün sadece kokuşmuş batıya ait olmadığını görüyor.

Türk devleti tüm kurum ve imkanlarıyla ufukların efendisi olmak için bir asır önce kaybettiğimiz yeni bir ‘’idrak restorasyonu’’ ile yeni bir ‘’idrak dönüşümü’’ yaşıyor.